21 Mart 2017’den not

Gözaltılar, Serbest Kalmalar, Dostlar ve Direnişin Yeni Haline Dair: Açlığın 13 Günü

Sanki ben yazmayalı yıllar olmuş. O kadar çok şey oldu ki, en son yazdığım tarihten bu yana sadece on üç gün geçmiş olmasına inanamıyorum. Ama bir yandan da “koskoca on üç gün” diyorum, “insan on üç günde neler yapar. Belki dünyayı bile değiştirir.”

Biz dünyayı değiştiremedik ama dünyamız epey değişti. Anlatmaya fazlasıyla değer şeyler yaşadık bu on üç günde. Ama hepsini şimdi anlatmaya kalkarsam günlükler on gün geriden gelmek zorunda kalacak. O yüzden özetleyeceğim. En son 8 Mart’ı anlatmıştım. 8 Mart’ın güncesinde, ertesi gün mecliste bir basın toplantısı yapacağımızı duyurmuştum. 9 Mart’ta, iki gün sonra başlayacağımız açlık grevini bir de meclisten ilan etmek için milletvekilleriyle birlikte bir basın toplantısı yaptık. Meclisten çıktıktan sonra Acun ve Semih’le birlikte siyasi şube polisleri tarafından gözaltına alındık. Beş gün gözaltında tutulduk. Gözaltına alınınca süresiz açlık grevine-ilan ettiğimiz tarihten iki gün önce- 9 Mart tarihi itibariyle başlamış olduk.

5 gün gözaltından sonra savcılıktan adli kontrol şartıyla serbest bırakıldık. Biz çıktığımızda alanda geceli gündüzlü kalınmaya başlanmıştı. Semih’in eşi Esra 11 Mart’ta, biz serbest bırakılana kadar açlık grevinde olduğunu ilan etmiş. Aynı gün polis saldırısı olmuş, Esra, Acun ve Veli Abi’nin de içinde olduğu, yanılmıyorsam yedi kişi gözaltına alınmış. Sonra alan kazanılmış. Çıktığımızda adliye önünde ailelerimiz ve dostlarımız bizi bekliyordu. Uzun ve coşkulu bir kucaklaşmadan sonra alana geçtik. Orada destek açlık grevi devam ediyordu.

Tekrar evimize, artık açlığın başrolde olduğu anıtımıza geri dönmüştük. Neredeyse hiçbir şey bıraktığımız gibi değildi. Fiziksel koşullar ve alanın ruhu, bizim yokluğumuz ve açlık greviyle birlikte tümden değişmişti. Alanda artık ateş yakılıyordu. Sandalyeler, tabureler, battaniyeler vardı. Dövizler değişmişti. Biz beş gündür açlığı tecrübe ediyorduk. Dostlarımız beş gündür bizi bekliyordu. Açlığın ve işkencenin izlerini, sağlığımızı merak ediyorlardı. Kucaklaşmamız, merhabamız, sohbetimiz daha başkaydı. Herkesin gözünden gurur, sevgi, bağlılık okunuyordu. Sloganlar daha gür, daha öfkeli, daha coşkulu atılıyordu. Mutluluğun bir tarifi, o gün alanda birbirine bakan gözlerimizin ta içindeki sevinçte gizliydi.

Biraz dinlenip alana döndük. Alanda geçirdiğimiz üç gün yeni koşullara uyum sağlamaya çalışmakla geçti. Açlık greviyle birlikte sürekli alanda olmaya adapte olmaya çalıştık. Bu sürede teknik imkansızlıklardan ve sözünü ettiğim uyumlanma halinden dolayı hiç günlük yazamadık. Bol bol ziyaret kabul ettik. Geçmiş olsuna gelenimiz çok oldu. Üç gün sonra yeniden, güvenlik şube polislerinin çok yakın mesafeden çekim yapmasına engel olmaya çalıştığımız için gözaltına alındık.

Gözaltı çok gündem oldu. Veli Abi’nin gözaltı aracı içindeki görüntüleri infial yaratmış. Kezban Ana’yı yerde sürüklemişler. Ben Esra’nın ve Semih’in gözaltına alınışına şahit oldum. İkisine de çok şiddetli saldırdılar. Esra’yı defalarca yere yatırıp kaldırdıklarını gördüm. Yol boyunca yerde sürüdüler. Araca getirdiklerinde ağzı kanıyordu. Semih’i 9 günlük açlığıyla araca kadar sürüklediler.

Çankaya Emniyetine gitmemizden bir süre sonra kalabalık bir ekip gözaltı aracının kapısını açıp beni başka bir araca geçireceklerini söyledi. Avukatımı görmeden hiçbir yere gitmeyeceğimi söyledim. Arkadaşlar da nereye götürüldüğümüzü bilmeden beni bırakmayacaklarnı söylediler. Bu aracın gözaltı için uygun olmadığını, aracın değiştirileceğini, o yüzden hekesin tek tek diğer araca geçirileceğini söylediler. Veli Abi, “o zaman önce beni geçirin” dedi. Kabul etmediler. Sonra beni sürükleyerek, çekerek, baş aşağı araçtan indirdiler. İndirirlerken bağcım aracın içindeki tutamağa takıldı, aşağıdan birkaç polis hem tek bacağımdan hem kolumdan çektiği için demire takılan bacağım kopayazdı. Fark edince bacağımı demirden kurtardılar. Diğer araca attılar. Hınçlarını alamadılar. Bir polis kelepçe takmak için başımı bacakları arasına sıkıştırdı. Ters kelepçe yaptılar. Sonra Semih’i getirdiler. Kaç kelepçe taktıklarını bilmiyorum. Elleri kısa sürede morardı ve uyuşmaya başladı.

Yeni araca bindirilince durum netleşti. Siyasi Şubeye götürüleceğimizi konuşmalarından anladık. Yine uzun bir gözaltı bizi bekliyordu. Kim bilir hangi saçma iddiayla günlerce gözaltında tutulacak ve sonra savcı karşısına çıkarılacaktık. Dışarıda üç gün kalmış, polisin provokasyonu sonucunda alanda açıklama yaparken gözaltına alınmış ve kendimizi yine siyasi şubede bulmuştuk. Aklımda ne tutuklanma, ne gözaltında tutulma kaygısı vardı. “Bu saçmalık, bu keyfiyet karşısında ne yapabiliriz, ne yapmalıyız?”dan başka bir şey düşünmüyordum. Zaten 9 gündür açlık grevindeydik. Suyu ve şekeri kesme kararı aldık. Üzerine pek düşündüğümüzü söyleyemeyeceğim. Diyor ya usta, “insanın ince bir yeri vardır, oraya dokunmayacaksın” diye… Bizim de ince yerimize dokundular. Tek yaşam ve enerji kaynağımız olan suyu ve şekeri de almayı bıraktık.

Sonra paniklediler. Ellerinde kalırız diye çok korktular. Hızlıca işlemlerimizi yapıp bizi pazar sabahı savcılığa çıkardılar. Emniyette sorulan kritik soru şuydu: “Neden açlık grevine devam ediyorsunuz?” Savcı ise soracak soru bulamadı. Neden oraya getrildiğimiz konusunda bir fikri yoktu, anlamaya çalıştı. Hızlıca ifade alıp bizi serbest bıraktı.

Ve yine adliye önü karşılaması, alanda devam eden açlık grevi. Bu kez farklı olarak Semih’in annesi Sultan Abla ve eşi Esra hem alanda açlık grevi, hem de adliye önünde oturma eylemi yapmışlar. Sultan Abla’nın, oğlunun açlık grevinde olduğunu, bir gündür su ve şeker de almadığını anlatan videosunu izlediğimde gözlerim doldu. Nâzım’ın annesi Celile Hanım’ın elinde döviziyle oğlu için yaptığı açlık grevi, gözaltına alınması geldi aklıma. Sonra TAYAD’lı ana babalar geldi, dünyanın dört bir yanında adaletsizliğe uğrayan evlatlarının sesi olan ana babalar. İrlandalı devrimcilerin, Nikaragualı kadınların anneleri. Bugün Dersim’de evladının ölü bedenine ulaşmak için açlık grevi yapan Kemal Amca. Bu dünyada onlardan daha eli öpülesi, baş tacı edilesi insan var mıdır, bilmiyorum. Bu dünyada benim en ince yerime dokunan şeylerden biri evladı için mücadele eden anne-babalar. Çünkü onlar, insanlığa unutturulmaya çalışılan gerçek sevgi bağını bana çok derinden, yeniden, yeniden hatırlatıyor. Sultan Abla, insanlığın en kıymetli damarına eklenen bir anne artık. Evladı için direnmeyi öğrenen ve hepimize yeniden öğreten bir anne.

Gözaltından çıkınca yaptığımız konuşmada da söylemiştim. Siyasi şube polisleri bize, “niye açlık grevi yapıyorsunuz?” diye soruyorlar. Bize açlık grevi yapmayı da, bize direnmeyi de siz öğrettiniz. İnsanoğlu binlerce yıldır, zalimin zulmüne direnmenin bin bir yolunu buldu. Mahmud Derviş’in çok güzel söylediği gibi bize celladın bıçağı öğretti yaramızın üstünde yürümeyi. Öğreniyoruz, daha da öğreneceğiz. Ta ki kazanıncaya dek!

İki gündür yeniden alandayız. Alandan anlatılacak şeyler de var ama artık bitirmek zorundayım. Siyasi Şubede tutulduğumuz sürede yaşadıklarımıza, bilerek hiç girmedim. Belki ayrıca gözaltı güncesi olarak yayımlarım. Burada anlatmak günceyi çok uzatacak. Açlık grevinin bizdeki ve insanlardaki etkisi de başka bir günceye kaldı. Şimdilik, böyle bir giriş yapmış olayım.

Herkesi açlığımızın coşkusu ve direnciyle selamlarım. Artık hep buradayız. Akşam ateş başına, gündüz sıcak sohbete bekleriz.

Sevgiler,

Nuriye

Mv.Şenal Sarıhan açlık grevi direnişimizi ziyarete geldi.